21 Mart 2009 Cumartesi

Çanakkale ve Gerçekler

Çanakkale 'maneviyat' olmadan anlaşılmaz

Ülkemizin ünlü belgesel yönetmenlerinden birisi bu savaşın belgeselini çekiyordu. 'Şimdiye kadar Çanakkale Savaşları hakkında çekilmiş çok belgesel var. Yenisi gerekli mi?' diye soracaklar olsa da ben o kanıda değilim. Konu o kadar geniş ki daha çok eser verilebileceğini düşünüyorum. Öğrendiğimize göre yabancı uzmanlardan oluşan geniş bir danışma kadrosu da varmış filmin. Özellikle, savaş sırasında her iki tarafın birbirine karşı gösterdiği dostluk örneklerine yer verilecekmiş. Doğrudur. Çanakkale Savaşı'nda özellikle Türk tarafının gösterdiği centilmenlik örnekleri, karşı taraftan da zaman zaman karşılık bulmuştur. (Siperlerden birbirine atılan sigara, çikolata gibi yiyecek maddeleri, yaralılara ve esirlere iyi muamele vb...) Yalnız bu konunun abartılmaması gerektiği de söylenebilir. (Aklıma hemen filmin seslendirmesini yapacağı söylenen Mel Gibson'un, ünlü 'Gelibolu' filminde bir Türk esirle alay ettiği sahne geldi!) Örneğin, 6 Ağustos 1915 öğleden sonrasında başlayan, Avustralyalıların Kanlısırt saldırısı (ki neredeyse o bölgedeki cephemizin düşmesiyle sonuçlanıyordu), Kızılhaç işareti taşıyan çadırlara yerleştirilen topların ateşlenmesiyle başlamıştı. (Çünkü Türk topçusunun hiçbir zaman bu işareti taşıyan çadırları hedef almadığı biliniyordu.)

Tarihin gör dediği gerçekler

Yaralı taşıyan Kızılay amblemli Halep gemimiz, bir İngiliz denizaltısı tarafından torpillenmiş, bu geminin batmasıyla şehit olan askerlerimiz Akbaş şehitliğine defnedilmişlerdi. Osmanlı 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa da savaş boyunca İngilizlerin sivil yerleşim merkezlerini sürekli bombaladığını belirtir anılarında...

Görüldüğü gibi 'centilmenlik' temasına karşı örnekler de verilebiliyor. Ama olsun. Yabancı danışmanların olduğu bir belgeselde bu yönü ele almanın da zor olduğunu biliyorum. Her şeye rağmen nitelikli bir eser olacağı temennisiyle okumamı bitirirken şaşırtıcı bir son mesajla karşılaşıyorum. 'Buradan herkese seslenmek istiyorum.' diyor yönetmenimiz. 'Dinci kesim çaktırmadan (!) Çanakkale'yi Anıtkabir'e alternatif bir mekan yapmaya uğraşıyor; dikkat! O kadar kurnazlar ki, Atatürk'te Çanakkale'nin içinde olduğu için kimse uyanmıyor. Oraya her gün akın akın imam hatip, ilahiyat, Kur'an kursu öğrencilerinin götürülmesine kimse uyanmıyor. Adamlar Çanakkale Savaşı'nı öyle bir anlatıyor ki, her şey ruhani. Halifenin önderliğinde kafirlere karşı kazanılmış cihat. Bu gidişle Atatürk'ü Çanakkale'den silecekler. (Hürriyet 19.7.2004)

'Dinci kesim' çok muğlak bir ifade değil mi? Akın akın oraya gidenler (imam hatipliler, Kur'an kursu öğrencileri vs.) çaktırmadan neler yapmışlar? Sorular daha da artabilir. Yabancılarla dostluk teması işleyecek bir yönetmenin, kendi ülkesinin insanına böyle suçlamalarda bulunması ne derece doğru?

Milletin değerlerine saldırı

İlerleyen günlerde görüyoruz ki benzer görüşte olan gazeteci ve yine belgesel yönetmenlerimiz de var. 'Çanakkale'ye 'ruhani' akın. Gazeteci falanca, internette yayımladığı belge ve fotoğraflarla dinci kesimin Çanakkale'yi mesken tuttuğunu savunuyor.' başlığıyla bu gazetecimizin internet sitesinden örnekler veriliyor. (Milliyet 29.7.04) Merak edip bakıyoruz ilgili siteye, neler yazmış gazetecimiz diye. Öyle ya, ortada bir tehlike varsa bizim de haberimiz olmalı değil mi? '... Örneğin; 57. Alay Şehitliği'nin içine, ne gereği varsa bir namazgah(!) yapılmış.' diyor sayın gazetecimiz. Namazgah, dinci kesimin gaz bombası hazırladığı bir yer mi acaba? Sayın yazarımızın elbet bir bildiği vardır.) Şehitliklerde Kur'an'dan ayetler yer aldığını, oysa savaş hakkında bilgiler verilmesi gerektiğini belirtiyor. (Gazetecimiz büyük bir incelik göstererek fotoğraflarını kullandığı tesettürlü kızlarımızın gözlerini bantlamış.) Öyle ilginç şeyler anlatıyor ki gazeteci yazarımız, 'neler oluyormuş da haberimiz yokmuş' diyoruz.

"... Öte yandan, genellikle Türk şehitliklerinin yakınlarında yer alan yabancı mezarlıklar ve anıtları da birer piknik alanı olarak kullanılıyor. Semaverini, ızgarasını, çoluğunu çocuğunu 'steyşın'ının bagajına doldurmuş birtakım sakallı herifler, bir Avustralyalının veya bir İngiliz'in mezar taşını masa yapıp ithal çimene yayılıyorlar. Çocukları milimetrik ölçülerle dizilmiş bakımlı mezar taşlarının üzerinde seksek oynarken, hiçbirinin aklına 'oturduğu yerin altında birilerinin yattığı' gelmiyor... Gelmiş olsa da bu tipler için bir kıymet-i harbiyesi yok aslında... Akıldaneleri, gazete köşelerinde, 'Gelmeselerdi... Ne işleri vardı bizim toprağımızda?.. Üstelik zafer kazanmış gibi tören yapıyorlar her yıl...' gibi fikirler aşılıyor onlara..."

'Budist ayini mi yapsınlar?'

Burada artık müdahale etmemiz gerekiyor. Bu kadar yalanı arka arkaya söylemek, ideolojik yaklaşımın insanın gözlerini nasıl kör edebileceğinin açık göstergesi herhalde. Yabancı mezarlıkları görenler bilir ki, üstü eğik olarak yerleştirilmiş bu taşların üzerinde bırakın bir malzemeyi çöp bile durmaz. İnsanın, ağır derecede hasta ya da ciddi bir psikolojik rahatsızlığı olmadıkça yapmayacağı, 'mezarlık taşını masa yapıp ithal çimene yayılmak'(!), sayın gazetecimizin fantezisi olmalı... Baksanıza, üstelik bu insanların düşüncelerini de okuyabiliyor! Yazarımızın çok şaşırdığı şu tabloya ne demeli? 'Alçıtepe köyünde açılan Çanakkale Galerisi'nde Kur'an okuyan, dua eden asker maketleri yer alıyor..' İnsan şaşırmadan da edemiyor. Ne yani Budist ayini mi yapacaklardı? Ya da belgesellerinizde çok sık kullandığınız 'savaş tanrılarına' mı dua edeceklerdi? Belgesellerinde 'savaş tanrısı' lafı kullanmayı çok seven (nedense bu laf hurafe sayılmıyor!) bir yönetmenimiz de aynı gazetede dehşetle şahit olduğu başka bir olayı anlatıyor: 'Arkeolojik bulgular yapılırken bu takkeli, şalvarlı irticaî gruplar da biraz ileride bulunuyordu. Çanakkale tarihini hiç bilmeyen rehberler, gruplara inanılmaz şeyler anlatıyorlardı.' (İster misiniz şimdi de yeni bir tartışma konusu: Arkeolojide irtica! Nasıl ama?)

Bazı rehberlerin yanlış uygulamalarını, hurafeleri bahane ederek 'manevî duygulardan arıtılmış' bir Çanakkale Savaşı anlatımı mı isteniyor yoksa? Ülkesini tanımayan, tarih bilinci olmayan bir anlayış bu... Daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi 'Gelibolu'yu' anlamayan, savaş alanlarındaki o manevî atmosferden habersiz bir anlayış. Görev emri geldiğinde temiz iç çamaşırlarını giyip abdest alan 27. Alay askerlerini ve yahut da 25 Nisan'daki o unutulmaz hücumda yürekleri titreten 'Allah! Allah!' nidalarıyla saldırıya geçen o kahraman 57. Alay'ı anlamamak... (Bu nidanın nasıl karşı tarafı etkilediğini müttefik asker günlüklerinden okumadınız mı?) Altı saat içerisinde on bine yakın kayıp verdiğimiz 19 Mayıs saldırısını, Zığındere'de 5 Temmuz'da, Conkbayırı'nda 10 Ağustos'ta tekbirler getirerek, dualar okuyarak donanma bombardımanına ve namlusu kızaran makineli tüfeklere karşı saldıranları hiç anlamamak... Peki ya beyler, Mustafa Kemal'in bütün içtenliğiyle anlattığı o Bombasırtı vakasını da mı bilmiyorsunuz?

Savaşlar maneviyatla kazanılır

'Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre; yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle; biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Kur'an okuyup, şehadet getirerek Cennet'e girmeye hazırlanıyorlar. İşte Türk askerindeki üstün ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer örnek. Emin olunmalıdır ki, Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.'

Son sözü, Osmanlı Devleti'nin Çanakkale Muhaberesi resmi tarihçisi, Erkan-ı Harbiye muallimlerinden Binbaşı Mehmed Nihad'a bırakmak galiba en iyisi... 'Tekmil tarih-i harb gibi bu seferde gösterdi ki harbde asıl insandır ve bunun bilhassa maneviyatıdır. Karşı karşıya bulunan tarafların hakikatte çarpışan maneviyatlarıdır... Bunun aksini kabul etmek Çanakkale müdafaasının cinnet olduğuna hükmetmekle müsavidir.'